16 Ocak 2010 Cumartesi

New York Halleri


New York'un en nezih muhitindeki yüksek katlı binalardan birindeki lüks dairesindeydi ve yalnızdı. "Vicdanını sikiyim dünya para verdik, manzarayı dürbünle seyrediyoruz arkadaş, eşek miyiz bilmiyorum ki" dedi kendi kendine...

Kolay değil henüz 28 yaşındaydı ve Cambridge'de son sınıfta staj yaptığı finans danışmanlığı şirketinde asistanlıktan CEO'luğa yükselmişti. CEO diyince bi anda kıllandı, çünkü bayadır açılımına bakıcaktı internette ama bi türlü nasip olmamıştı. "Hayır yarın öbür gün biri sorucak rezil olucaz ite köpeğe" diye iç geçirdi. Bu esnada biraz terlemişti, paniğe kapılınca terlerdi. Hemen bilgisayarı açtı. Ama açar açmaz aklına bi kurt düştü, hemen facebook'u açtı, mesaj falan atan var mı diye baktı, hatun matun... Kolpadan girdiği Green Peace grubundan bi mesaj gelmişti, başka da bi bok yoktu, hemen sildi. Çünkü bir dahaki açışında o mesajın Green Peace'den geldiğini unutup inbox'ta 1 adet mesaj görürse boşuna umutlanıp hayal kırıklığına uğrayabilirdi.

Son günlerde mutsuz ve tedirgindi. Bir süre filmlerde gördüğü gibi; brokerlara özel lüks mekanlarda takılıp bardaki beşyüz dolarlık fahişelerden birinin ona yaklaşmasını bekledi. Yaklaşan olmadı. Ancak bir keresinde viskiyi hızlı içmiş, çakırkeyif olmuş, kadının birinden çakmak isteyecek olmuştu ki kadının erkek arkadaşı mıdır artık kocası mıdır yanında bitmesi bir olmuştu. Sonra panikle götünü yiyimcilik yapıp adamdan ateş istemişti. Aslında boş anına denk gelmişti. Yoksa o adamı sikerdi, amına koyardı ağzını burnunu kırar kadını da sabahlara kadar sikerdi ama buna gerek görmemişti tabii. "Lan amına koyim New York'da girmediğim bar, pavyon kalmadı nerde bu orospular, anasını sikiym parasını neyse vericez. Lan filmlerde götüboklu pezevenkler giriyo bara, iki dakkada ilik gibi karı yapışıyo, biz amına koyim bi viskiye yüz dolar veriyoz şurda bi icraat yok, kaderini sikiym" şeklinde düşüncelerle boğuşmaktan alamadı kendini. "Amcık gibi de şans var keraneye gitsek arkadaş bu sefer de hastalıklı olanı buluruz, sonra uğraş dur."

Morali iyiden iyiye bozulmuştu. Yaşadığı binaya döndü. Kapı görevlisi "Merhaba Mr. Rutherford, bu akşam nasılsınız" dedi. Ancak Rutherford "Senin de mına korum şimdi ha! asabım bozuk, bi daha bahşiş falan da yok, siktir, yürü!" şeklinde çıkıştı. Kapı görevlisi doğuştan yalaka olanlardan değildi. Babası onurlu bir adamdı, Vietnam'da savaşmıştı. "Allah'ından bul mına kodumun çocuğu, bunlara iyilik de yaranmıyo" diye mırıldandı. Rutherford uzaklaşınca porto rikolu temizlikçiye "bu götoğlanının da anasını sikicem bi gün ama dur bakalım şu şoförlük işi belli olsun, ona göre" dedi. Temizlikçi porto rikolu olduğu için haliyle ingilizce bilmiyordu. İçinden "ulan var ya bi ingilizce bilsem allahıma elli dolar için bire bin katar nasıl ispiyonlarım seni biliyo musun kelini siktiğim" diye iç geçirdi. Evet, New York zor bir şehirdi...

1 yorum:

  1. muhtesem bir yazi. fakat daha detayli olmali, ayrica kufurleri biraz azaltabilirsen daha guzelolacagina inaniyorum.

    YanıtlaSil